

Usulca dönüverirken sokağın köşesinden mahalleye, içimizdeki eve, gördüğümüz bina ile içimizde hissettiğimizi ayıran, bir evi ev yapan, ait olma ve yuva sıcaklığı veren, ne çatısı, duvarları, ne içindeki eşyalarıdır. Evin içini, içimizi ısıtan da ne kuzine soba, ne de kaloriferdir. İçimizi ısıtan, henüz apartman kapısından girince, buram buram burnunuza gelen yemek kokusu, sıcak bir karşılama, hep birlikte yenen bir akşam yemeği , yaşanan paylaşımlar, mevsim kış olsa da içimizi sımsıcak sarar.
Samanyolu’ndan farklı galaksiler, güneş sistemimizle ilgili teoriler, dünyamıza yaklaşan adı farklı kodlarla tanımlanmış asteroitler, ara sıra yaşadığımız sarsıntılar/depremler, evrenin ivmeli değişimi, “son”una dair “teoriler”… ve koskoca evrende bir nokta kadar bile olmayan biz …her şey bu kadar büyük bir dönüşüm içinde yaşanırken, bu makro ölçeğin içinde, küçücük klanlarımızda yaşamlarımız…
Film, 1979 yılında İran ‘da yaşanan yönetim değişikliği ve Amerika/Amerikalılara karşı doğan tepkiler sonucu İran halkının ayaklanarak, Amerikan başkonsolosluğuna yaptığı baskın ve rehine süreci ile başlıyor.
Tarife geçmeden önce hayata dair kıssadan hisse bir anekdot paylaşmak istiyorum sizinle.
“Adamın biri Washington metro istasyonunda yere çömelir ve kemanını çalmaya baslar; soğuk bir ocak ayı sabahıdır. 45 dakika boyuca 6 Bach çalar. Çoğu insanin ise gitmek için hareketlendiği bu yoğun saat suresince 1100 kisinin istasyonun içinden geçtiği hesaplanır.